24 Aralık 2015 Perşembe

Lem yelid ve lem yuled


İhlas suresine geçmeden evvel, konuyla alakası olmamasına rağmen bana göre yapılmış en iyi ihlas tanımını vermeden geçemeyeceğim.

Abdulvehhab Es-Susi: İhlas, ihlası görmeyi kaybetmektir. Zira, ihlasında ihlas görenin ihlası, ihlasa muhtaçtır.

İhlas suresinin en büyük özelliği anahtar olmasıdır –hangi kapıyı açmak isterseniz o kapının anahtarına dönüşür-

İhlas suresinde diğer surelerden farklı olarak Allah’ın tekliğinden bahsederken “Vahid” yerine “Ehad” kelimesi kullanılmıştır.

Kuran-ı Kerim'de her kelimenin olabileceği en doğru yerde olduğuna inandığımdan aklıma ilk gelmesi gereken soru, Kuran'da 36 yerde geçen Vahid kelimesi yerine neden Ehad’ın kullanılışı olacaktı.

Burada anlatacağım çoğu şey benim anladıklarımdır, hiçbir sorumluluk kabul etmiyorum :)

Basitçe söylemek gerekirse Vahid işleyen BİR sistem –parçalardan oluşan- Ehad ise yapıtaşı –parçalanamaz- BİRimdir. Biraz daha anlamak için, tabiri caizse tarikata Vahid, şeyhe Ehad denedebilir.


Yani Vahid birliğiEhad ise tek-yalnız olan biri temsil ediyor…
Biraz karmaşık evet, ama sanırım bu anlayış surede de yerine oturuyor.

Öncelikle sure diyor ki, de ki O Allah birdir.

İşte tam bu noktada afallıyoruz, çünkü tekliği (singularity veya tevhid adına ne derseniz) kavrayamıyoruz. Basitçe anlatmak gerekirse, beynimizin bir şeyi tanımlayabilmesi için bir referans noktasına ihtiyacı vardır. Ama konu teklik olunca tıkanıp kalıyor çünkü bir referans noktamız yok. 


Referans noktası derken şunu kastediyorum, İslam çevreleri tarafından her şey zıddıyla bilinir denilen geceyle gündüzü. iyiyle kötüyü, cömertle cimriyi bilme durumumuz -burada çuvallıyor-. Evrende tek bulunan bir şeye şahit olamadığımızdan afallıyoruz.

Aslında bu yorumum bana ilk İhlas tefsiri yapan insana hakaret olacak ama ben bunu da Kuranın Muciz-ul Beyan yani beyanının insanı aciz bırakan bir kitap olmasına bağlıyorum. Aynı yere bakıp onlarca müfessir onlarca tefsir çıkarabiliyor ve hepsi birbirinden farklı olabiliyor. Subhanallah...

Evet, tekliği duyduğumuzda afallamamızda kalmıştık. Ha şayet afallamıyorsak, manayı anlayamamışız demektirBu da ilk tümsekte kendimizi yerde bulacağımız anlamına gelir.

Allah’ın tekliğini anlayacak bir referansımızın olmayışından bahsetmiştik. Tekliğin kavranamaması noktasında Hazreti Ebubekir, "Allah'ın bilinemeyeceğini idrak etmek, O'nu tanımaktır" demiştir. (Aynı afallamamızın ya da anlayamamamızın, aslında anlamamızı sağlayacağı gibi) Resul-u Kibriya ise “Siz Allah’ın zatını bilemezsiniz, aklınıza ne gelirse gelsin Allah onun dışındadır; bu sebeple sizler zatını düşünmeyiniz, mahlûkatında tefekkür ederek onu tanımaya çalışınız.” buyurmuştur. Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi Allah'ın zatının kavranamayacağı kesindir, çünkü Vahdaniyet sırrınca referans alacağımız bir başka tanrı ortada yoktur.

Zaten herhangi bir tanrı ya tek tanrı olma durumuyla var olmalıdır ya da hiç olmamalıdır. Ölümlü veya birden çok tanrı kabul edilemez. Peki savaşmalarının sonucunda ölüm yoksa bu tanrıların kaygısı nedir veya neyden çekinirler? Neden tüm bu mitolojik tanrılar savaşmışlardır, amaçları nedir?

Bir tanrı neden çabalar? Kafalardaki tanrı figürü neden gökte oturan yaşlı bir adamdır? Bu soruları kendimize sormalıyız.

O Allah Sameddir
Yani kendisinden bir şey eksiltilemeyen ve kendisine de bir şey eklenemeyen.
Ben "mükemmel kusursuz" kelimesini kullanmayı tercih ediyorum. İdeal, en üst form.

Gelelim surenin beni en zorlayan yerine...

Lem yelid ve lem yuled
Meali, hepimizin bildiği gibi doğmamış ve doğurulmamıştır.

Ama bana göre bu ayet, tüm tanrılık sistemini reddeden bir ayettir. Çünkü eğer tanrıda bir doğurulma ve doğurma ihtimali olsaydı;

1-Tanrıların tanrısı olabilirdi
Şöyle ki tanrının insanı yarattığı -ya da şöyle diyelim- üst bilincin alt bilinci oluşturduğu bir ortamda nasıl alt bilinç üst bilinçten bir manada habersiz ve onun yanında daha basitse, o üst bilinç de başka bir üst bilincin oluşturduğu ve sadece sisteme yönetici yaptığı -kümenin bir elemanı olabilir-.

Bu durum ise her tanrının başka bir tanrı tarafından yaratılmış olabileceği sorununu beraberinde getirirdi. Mahluk olan bir tanrı kabul edilemez.

2-Tanrı tanımıyla çelişirdi
Bizim evrenimizde gözlemci olarak tanık olduğumuz tüm doğuran ve doğurulanlar ölür. Bu durum beraberinde tanrının bu üç boyutlu sistemden olmadığını getirebilirken, bir taraftan da tanrının bizim evrenimizden ayrı bir yerde bulunduğunu, ve hatta belki de orada doğuranın veya doğanın da ölümsüz olabileceği durumu da beraberinde getirebilir. Ama bu fikir tanrının ebedi ve ezeli oluşuyla çelişecektir. 

Biraz daha açmak gerekirse şöyle ki;

2a) Şayet, ilk durumdaki gibi, o tanrıyla bizim aramızda aynı şartlar geçerliyse, bu durum tanrının ölümsüzlüğüyle, yani bir manada ezeli oluşuyla çelişir. Tanrı bir doğan olurdu ve doğurulmasının gereği olarak ölecek olurdu.

2b) Eğer ikinci durumdaki gibiyse (o tanrı başka bir boyuttaysa, ve belki de o boyutta doğuran veya doğurulanlar ölümsüz ise) bu durum da o tanrının ebediyeti yani en baştan beri var oluşuyla çelişir. O'nu bir doğuran olduğuna göre ebedi olamazdı –sisteme sonradan dahil olmuş olurdu-

Hangi boyutta olursa olsun, bir sisteme ve ya kümeye sonradan dahil olan bir tanrı kabul edilemez. Yaratan ve yaratılanın sistemleri veya boyutları farklı bile olsa.

Oysa ki ne kadar anlayamasak da öyle iman ediyoruz ki O Allah, kendi yarattığı bu evrenin hem sahibi hem de yöneticisidir… (Ki bu iki özelliği de birarada bulundurmak cok büyük bir yüceliktir, lütfen bizi yaratan Rabbimizi biraz tanımak için az da olsa üzerinde düşünelim)


Unutmayalim ki anlamak kalb ile olur, akılsa kalbin yalnızca bir şubesidir.

Ve lem yekun lehu kufuven Ehad
Hiçbir şey ona denk olamaz.
Her kelimenin mükemmel doğru yerde olduğunu tekrar hatırlayalım.

Kufuv yani denklik kullanılıyor, eşit olamaz diyor, onun gibi olamaz diyor ama işe yaramaz demiyor.


Demek ki işe yarar işler de çıkacak ortaya ama denk olamayacaklar.

Eğer ortaya çıkamayacak olsa, bizim keramet olarak gördüğümüz şeylere nasıl gayr-i muslim biri erişir ve istidraç olarak adlandırılan olağanüstü haller o kişiden zuhur ederdi ki?
Yani meditasyon da yapabilirsin ve işe de yarayabilir ama hiçbir zaman namaza denk olamayacaktır veyahut aklına veya mantığına güvenerek sırtını yasladığın bilime de -ki bilim tanrının bilinmesi için şarttır ve biz onu düşman olarak gördüğümüz için başlarda İslam aleminde olan bilim, Allah tarafından batıya emanet verilmiştir ve onlar bu emanete sahip çıkmıştır, Kim bu emanete sahip çıkarsa onda kalır çünkü bu emanet -bilim- insanlara tanrıyı bildirecek olan anahtardır ve tanrı insanlara kendini bildirecektir-

Veya akıl ve mantığını bir kenara bırakıp, cahiliye döneminde olduğu gibi insan zekasına hakaret olarak kabul edilecek şeylere de tapabilirsin, acıkınca helvadan yaptığın putları yiyedebilirsin, onlardan iyilik de bekleyebilir ve kendini buna inandırmandan dolayı iyilikler de bulabilirsin -ki tüm bunlar Allah’ın her an yaratmasıyla olur- ama o taptıkların hiçbir zaman Allah’a denk olamayacaklardır. Nefes egzersizlerin hiç bir zaman zikrullaha kufuv gelemeyecektir :)

Allah her şeyin en doğrusu bilir.

Sıkıldın biliyorum, ama tam burada değinmek istediğim son bir nokta var, bana beş dakika daha katlanmanızı rica ediyorum :)

Şirk
Allah, aynı İhlas suresinde olduğu gibi, özelliklerini Kuran-ı Kerim'de sayar ve buyurur ki: bana şirk koşmayın.

Şirk yani ortak. (Günümüzde şirket olarak kullanışımızdan hatırlayalım, ortaklık) 

Allah kusursuz oluşundan dolayı şüphesiz onun her eylemi de öyledir ve yazıda daha önce de bahsettiğim gibi buradaki ‘’şirk’’ kelimesi de boşa değil ve hatta yerine konulabilecek daha iyi bir kelime yoktur.

Neden mi?

Allah demişti ki bana şirk yani ortak koşmayın. 

Ortaklık nedir peki? Bir varlığın başka bir veya birden çok varlıkla olması durumudur, değil mi?

Yani Yüce Allah aslında bana ortak koşmayın diyerek buyuruyor ki ben zaten varım. Sadece benim yanıma başkasını eklemeyin -bana ortak bulmayın-. Benden başkasına tapmayın değil, bana ortak koşmayın. 

İstesek de istemesek de, kabul etsek de etmesek de Allah var arkadaşlar :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder